Çarşamba, Mart 28, 2012

Başbuğ savunma yapmayacak!

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, İnternet Andıcı davasında hakim karşısında...

Davanın tutuklu sanığı eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, duruşmada şunları söyledi:

''Bir Genelkurmay Başkanının böyle iddialarla suçlanmaya çalışılması, yetersizliğin komedisidir. Bu iddianameye hiçbir itibarım yoktur. Bana terör örgütü yöneticisi diyenlere şaşarım. Bu suçlama hiçbir zaman kişisel suçlama olarak kabul edilemez. Bu suçlama gerçekte şahsım üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri'ne de yöneltilen ağır bir suçlamadır.''
Neler olduğunu farkındamısınız
Saygılar...

Salı, Mart 27, 2012

SCHOOL BUS ARIYORUM

SCHOOL BUS ARIYORUM

27 Mart 2012

Saygın okurlarım,
Olgular o kadar muhtelif ki ben bile bunlara yetişemiyorum, bu gün yazı yazmaya karar vermiştim, Ankara’da Çinçinbağlarında uyuşturucu operasyonu yapıldı…
Bu uyuşturucular Ankara’da satışa sunuluyordu, cumartesi günü hatta bana bile Tunalıhilmiler’de uyuşturucu satmak isteyen birini aksasın dövecektim ama suçlu yine ben olurdum…
Geçmişte Çankaya’da yeşil ışıkta geçmeyen bir sürücüye “Niye geçmiyorsunuz” demiştim sürücünün savunması “Ben yeni kurstan ehliyet aldım benden daha mı iyi kullanıyorsun bu külüstürü” demişti…
Cebimden evimi boyatmak için aldığım renk tablosunu gösterdim, kısaca sürücü renk körü idi…

Dana sonra bu sürücü bana hakaret etmeye başladı, bende azını kapatıp onu kenar aldım, o arada bir resmi polis ekip otosu bizi gördü ve bizi karakola götürdü ve sürücü benden şikayetçi oldu…

37 sene önce ben Amerika Birleşik Devletleri’nde ota okulu okurken bir gün elimize bir uyuşturucu ile ilgili bir broşür verilmişti orada haplar ve uyuşturucu olguları resimli olarak anlatılıyordu, bunları kullananlar için yapılan yaptırımlar polisiye tedbirler, hukukî ve tıbbi olarak açıkça anlatıyor ve sonunda kurtulma yolları ve kurtulmazsak nasıl bir ölüm olacağı açık açık bilimsel bir biçimde yazıyordu…

Günümüzde Türkiye’de din, iman, türban, başörtüsü gibi bilim dışı hurafeler ile ulusumuz uyutuluyor, en kötüsü bu uyuşturucudan gelen para direk veya endirek olarak PKK terör örgütüne gidiyor buna da Narko-Terör deniyor dostlar...

Günümüzde Türkiye’de  Narkotik, Terör olgusu, siyaset ile iç içe yürüyor…

Bu üç olguyu yay yana getiren Narkotik büro susturulmaya çalışılıyor, susmayan amir ve çalışanların yerleri rotasyon bahanesi ile değiştiriliyor, yerlerine gelenler ise rahat hareket etme kabiliyetleri zayıflatılıyor…

Bir yandan uluslar arası arenada sayın denilen Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan terör örgütünün siyasi uzantıları ile müzakere yapıldığını belirtiyor…

Öte yandan 4+4+4 eğitim sistemi adapte ettirilmeye çalışılırken yine bu olguyu unutturmak ve hedef saptırmak amacıyla sayın denilen Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan dershanelerin kapatılacağını söylüyor, bu uygulamayı yaparsa benim taktirimi kazanır çükü  28-02-2012 tarihinde Türkçe ve İngilizce olarak “  The my country Understand English better than Turkish Giants “ adlı bir yazı yazdım demek ki onu okuyan olmuş buna da şükretmek lazım…

Fakat yine söylüyorum bu yine  sayın denilen Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan dershanelerin kapatılacağını söylemesi bana inandırıcı gelmiyor bu hedef saptırmak amacıyla yapılmış bir senaryodur, ben yılardır bu filimi görüyorum, değişik versiyonunu  her zaman böyle yapan senaristler Türkiye’yi yönetiyorlar…

Bir dil bilmek bir insan demektir, yalnız bu benim dün gördüğüm olgu, böylesi biraz tuhafıma gitti cumhurbaşkanlığının yanında trafikte giderken önümdeki servisin arka camında   SCHOOL BUS yazıyordu…

Eee, haklı servis şoförü, maliye bakanımız İngiliz vatandaşı, başbakan terör örgütü ile müzakere ediyor, Kurulan hedef saptırma olayına dahil olan sayın denilen ve hukuk adamı titri olan Başbakan yardımcısı Bülent Arınç akıl tutulmasının oyunculuğunu oynuyor, eski arkadaşı  Cumhurbaşkanımızı İngiltere oyunu ile başımıza geldi…

YUSUF YANÇ' ın aşağıdaki şiirini ben çok seviyorum arkadaşlar…

ARIYORUM

Karaman oğlu Mehmet Beyi arıyorum.
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayımlamıştı;
Bu günden sonra  divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste, meydanda,
Türkçeden başka dil konuşulmaya diye,
Hatırlayanınız var mı?
Dolanın yurdun dört bir yanını,
Çarşıyı, pazarı, köyü, şehri
Fermana uyanınız var mı?
Nutkum tutuldu, şaşırdım, merak ettim,
Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?
Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
Gösteri adamının showman, radyo sunucusunun discjokey,
Hanım ağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?
Dükkanın store, bakkalın market, torbasının poşet,
Mağazanın süper, hiper, gross
Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?
İlan tahtasının billboard, sayı tabelasının skorboard,
Bilgi akışının brifing, bildirgenin deklarasyon,
Merakın, uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?
Bırakın eli, özün bile  seyrek uğradığı,
Beldelerin girişinde welcome,
Çıkışında good-bye okuyanınız var mı?
Korumanın, muhafızın body-guard,
Sanat ve meslek pirlerinin duayen,
İtibarın,  saygınlığın  prestij  olduğunu  bileniniz var mı?
Seki'nin, alanın platform, merkezin center,
Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
Özlemin, hasretin nostalji olduğunu öğreneniniz var mı?
İş hanımızı  plaza, bedestenimizi galleria,
Sergi yerlerimizi center room, show room,
Büyük şehirlerimizi , mega kent diye gezeniniz var mı?
Yol üstü lokantamızın fast-food,
Yemek çeşitlerimizin mönü olduğu yerlerde,
Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı?
İki katlı evinizi dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre,
Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?
Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmağa sponsorluk diyeniniz var mı?
Mesireyi, kır gezintisini picnic,
Bilgisayarı computer, hava yastığını air-bag,
Pekalayı, olur'u okey diye söyleyeniniz var mı?
Çarpıcı, önemli haberler flash haber,
Yaşa, varol sevinçleri oley  oley
Yıldızları star diye seyredeniniz var mı?
Vırvırık dağının tepesindeki köyde,
Cafe-show levhasının altında,
Acının da acısı, neskaaaave içeniniz var mı?
Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
Özün, el diline özendiğine içi yananınız var mı?
Masallarımızı, tekerlemelerimizi,
Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik.
Türkçemiz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?
Karaman oğlu Mehmet Bey'i arıyorum,
Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
Bir ferman yayınlamıştı...
Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanınız var mı?


YUSUF YANÇ

Türk gibi başlayıp İngiliz gibi Türkiye’yi bitirecekler…

Saygılar..

Cessur Demirali Gürsu

Perşembe, Mart 15, 2012

Sıkıyorsa atın içeri......

Bende Suçluyum,

Suçlu : Tüm İktidar Aleyhinde Konuşanlar 
Suçlu: Cessur Demirali GÜRSU
Yıkanlara yorum Yaptım Onları Eleştirdim, Suçluyum sıkıyorsa atın içeri...
Suçluyum Engel Olmadım, Atam seni rahat bırakmadım ve Hâlâ Dışarıdayım...
saygılar
Cessur Demirali Gürsu

Salı, Mart 13, 2012

Şık Ama Şenliksiz Hüzünlü Tahliye

Şık Ama Şenliksiz Hüzünlü Tahliye

13-03-2012



Saygın okurlarım,

Evet, 12-03-2012 tarihinde medyanın an haber bülteni yayınlanmadan önce Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tahliye haberleri geldi ve ilk haber olarak bu haber yayınlandı, herkes gibi bende sevindim çünkü fikri yüzünden cezaevine konmak kadar kötü ve insan haklarına despot bir uygulama ile gem vurmayı ve bunu da siyasi otorite tarafından tezgahlanmasına, bunu sonunda iki kişi bile olsa serbest bırakılmasına sevindim…



Daha sonra bazılarımız gibi kafamı kuma gömmeyi bir kenara atarak ve de unutulmuş bir şekilde düşünmeye yani olayları görüldüğü gibi görmeden, yazmayı düşündüm, düşünce suçları ne ise ben onu yapmayı tercih ediyorum, çünkü görülmeyeni görmeyi ve onu aktarmayı daha uygun görüyorum…



Benim bu yazımı okuyan bir kişi bile olsa o kişiye bu fikirlerimi aktarmayı seviyorum, ve sizleri de bunları düşünmeye davet ediyorum, hatırlarsınız bir zamanlar düşünenlere sormuşlardı siz kaç kişisiniz, şimdi ben söylüyorum biz bir kişiyiz o kişi ölünceye kadar bu fikir bayrağı ay yıldız olarak dalgalanacaktır, o kişi ölene kadar diğer kişiler yardıma gelecektir…



Timsah gözyaşı döken sayın denilen Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında bizlere konuyla ilgili sorularımızı yanıtlarken Bülent Arınç, "Tahliyelerden sadece memnuniyet duyulur. 375 gündür içeride bulunmaları üzüntü vericidir" dedi. Bizde tüm yazarlar bu diyalogu yazılarımızda belirtik, diyorum ya bu timsah gözyaşları…



Görülmeyen ama benim gördüğüm şey ise kapalı kapılar ardında yapılan ve gösterilmeyen   Planların başladığı, olaylar olayları kovalarken arkada yüzümüze kapatılan kapıda görmediğimiz, bizlere gösterilmeden yapılan planla….



İşte bu planlar bizi oyalamak için yapılan sözde şık hareketlere bakmadan o gizli planları  takip etmemiz gerekir saklanan olgular ne?



Neden şimdi, neden niçin ne zaman olgular pişecek ve bize nasıl yutaduracaklar hazım edebilecek miyiz?



Şimdiki olguya bakalım; İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, Odatv davası kapsamında tutuklu yargılanan Nedim Şener, Ahmet Şık, Şait Çakır ve Coşkun Musluk'un tahliyesine karar verdi.



Niye şimdi mahkeme tahliye kararını verdi…



Arkada neyi bu hükümet saklıyor çünkü sorumlusu ne kadar biz değiliz dese de bu hükümetin politikaları yüzünden içerde ve dışarıda mahkum edilen fikir ve düşünce adamlarımız ve kadınlarımızı göremediğiz, bu insan evlatları susturuldu, susmayan benim gibiler için gerekli düzenlemeler yapılıyor…



Niçin ve neden sakladıkları, bilinmemesi söylenmemesi gereken olgular ne?..





Pekalâ soruları genişletelim isterseniz; Ergenekon soruşturması kapsamında susturulmuş fikir yazar ve aralarında gazeteciler Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın da bulunduğu 10'u tutuklu 13 sanık hakkında görülen Oda TV davasının 11. duruşmasında tutuklu sanıklar Ahmet Şık, Nedim Şener, Coşkun Musluk ve Sait Çakır'ın tutuklu kaldıkları süre ve suç vasfının değişme ihtimalini göz önüne alarak oy birliğiyle tahliyelerine mahkemece karar verilmiş olmasına rağmen atı sanığa tahliye kararı verilmedi.



Bunlar ve diğerleri hükümetin organize gizli terör esedir, dersem ne dersiniz?..



Sosyal ağlarda her zaman yazıyorum; Martin Niemöller’e ait olan o meşhur anekdotu hatırlayalım... ''Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim. Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim. Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim. Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim. Beni götürdüklerinde, geride artık protesto edebilecek kimse kalmamıştı...''





Mahkemede ise Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'ın da bulunduğu 6 tutuklu sanığın ise tutukluluk halinin devamına hükmetti.



Şimdi ben susayım mı dostlar yoksa görülmeyeni araştırıp bunları yazayım mı?..



Düşündüm ve ikileme haline düştüm, düşene kim vuru bilmem ama ben ayağa kalkıp düşüncelerimi yazıyorum…



Komik ama gerçek, Mahkeme fikir kişilerin tutukluluğun devamı kararına, 'tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması, delillerin henüz tamamen toplanmamış olması ve dosyadaki dijital verilerle ilgili henüz bir bilirkişi raporunun sunulmamış olmasını gerekçe gösterdi.



Evet komik çünkü geçek bu değil gerçek gizli planlar su yüzüne çıkınca bu planları halka duyurmadan gelecekte yine karmaşa durumunda bunları birer birer veya toplu halde tahliye etmenin v e halkı uyutmanın planları yapıldı…



Hatırlarsınız Yaş mı da kurumu davası, kozmik oda olgusu, bu olgula oluşma aşamasında yine bu sayın denilen  şimdinin  Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’a yapılacak sözde suikast olgusu ortaya çıkarılmıştı halkı değişik yönde etkilemenin planları bu günde yarında hükümet ve uşakları tarafından yapılıyor işte geçek hedef saptırma bu…



İstihbarat olguları son derece iyi çalışıyor, ve halkı nasıl yönlendirileceğinin gizli planları son derece planlı ve programlı yapılıyor ve bizlerde bunları görüp susmamızı bekliyorlar..



Bekleyen beklesin dostlar…



Gizlilik inanırsanız hat sefada arkadaşlar,  Mahkeme kararını açıklamak için sadece sanık avukatlarını salona alırken sanık yakınları ve basın mensupları içeri alınmadı, bilen olgu gizli olarak açıklanması için bu şarttı, haberciler olguyu kurgu biçimde aktarmak için çalışmalar yapmaları gerekiyordu, bunu için teneffüs verildi…



Herkes yorumunu yapmış haberi vermeği bekliyordu üç aşamalı haber yorum verilebilirdi ve sonunda haber tüm medyada bir anda verildi…



Dış istihbarat ve iç istihbarat böyle olmasını uygun bulmuştu zannederim, bu benim görüşüm buna katılıp katılmamak siz saygın okuyucularımındır…



Olgunun devamında tahliye kararını dışarı da bekleyen avukatlardan öğrenen sanık yakınları sevinç gözyaşları döktü, yukarıda belirttiğim Timsah gözyaşı döken sayın denilen Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç MİT davasında yine ön plana çıkmış ve editör masasında oturan Başbakan Yardımcısı Arınç MİT yöneticisinin ifadeye çağrılmasına şu tepkiyi vermişti  “Şüpheli sıfatıyla KCK içerisinde bu 3 kişi nasıl yer alır, aklımla izah edemiyorum” demişti, sayı denilen Arınç artık aklına izahına güveniyor çünkü oda avukat, ve hükümetin avukatı…



Her neyse diyelim, Ahmet Şık'ın eşi Yonca Şık tahliye kararını öğrenir öğrenmez kızları Mina'yı arayarak mutlu haberi verdi. Evet çok mutlu oldular bende onların mutluluğuna katılıyorum fakat olgunu böyle olmamasını dilerdim, çünkü fikir insanlarını kendi siyasi amaçları için her şekilde istihbarat ve hukuki bazda kullanan bir siyasi otorite tarafından kullanıyorlar…



Duruşmayı ve bu trajik komik olguyu  Yurt dışından bazı basın mensuplarının da izlediğini görmek gerçekten beni üzdü işte o nedenle benim için Şık Ama Şenliksiz Hüzünlü Tahliyeyi arkamızda bıraktık…



Saygılar



Cessur Demirali Gürsu

Çarşamba, Mart 07, 2012

Türk ve Dünya Kadını

Türk ve Dünya Kadını
Saygın okurlar,
Sorularımı düşünün öyle yazının devamın okuyun…
1975 İspanya’nın Las Palmas adasında bir tıbbi toplantıda Türk bayrağı yok diyip toplantıyı protesto edip kırmız koltuğun örtüsünü yırtıp Türk bayrağı yapan Türk kim?..
ISAPS Uluslar arası kuruluşun da tarihinde ki TEK TÜRK VE TEK KADIN doktor kim olmuştur?...
Gündemimize düşen organ nakli ( Yüz naklini ) yapan saygıdeğer doktorlarımızı yetiştiren ve Türkiye’ye ilk  Plastic-Reconstructive cerrahi getiren ve de bu günler gelmesi sağlayan kim?..
Daha önemlisi şimdiki Tv. kanallarına sözde röportaj yapmak, kısaca reklamını yapmak ve sözde bilim adına konuşacağım diyerek, çıkmak için para vermeyen, bunları teklif edenlere gülen “ben doktorum palyaçoluk yapmam, ben insanlık için buradayım, bilim, Türk ve dünya insanları için çalıştım diyen kim?..
Bilim dalın kurduğu üniversitede emekli olmadan önce aşağıdaki konuşmasını odasında yapan kim?...
Yaşadığımız zaman diliminde herkes liderliğe soyunurken bu kadın kendi dalında dünya lideri oldu...
Bu oluşumu sağlayan iki faktör vardı, Babası ve ATATÜRK...

Tıp alanında, öğretim ve eğitim hiç bitmez bu olgu ölünceye kadar süren bir süreçtir....

O Kadın tıp dosyaları ve diplomaları bulunan odasında çalıştığı zamanlarda Atatürk portresini  arkasında değil,  tam karşısındaki duvara koyardı...
Bu davranışın bir nedeni vardı...
Aktif akademik yaşamının bir dilimin de,  turbanla derslere girme konusunda soruşturma yapılan bir öğrenci ile aralarında  geçen konuşmada, öğrenci; bu konuda neden bu kadar katı olduğunu ve  “sizin arkanızda kim var hocam?...” diye sormuştu…
O kadın biraz kızarak ama sesini yükseltmeden hafif gülerek şu cevabı verdi, “ arkana bakar mısın lütfen”   ve öğrencinin arkasında bulunan Atatürk portresini göstererek  “ İşte nedeni bu.  Çünkü o bana daima  --unutma orada benim sayemde oturuyorsun, sana bu imkanı verdiğim için sende diğer hem cinslerine aynı imkanları tanıyarak çağdaş bilimi yakalayabilirsin diyor.” demişti…
İsterseniz bu bilim kadınını biraz daha tanıyalım…
100 bin üyesi bulunan , tüm dünyada ki plastik cerrahi uzmanları derneklerini kapsayan, IPRAS yani International Plastic-Reconstructive & Aesthetic Surgery isimli kuruluş, geçen yıl, tarihinde ilk kez ve bir defaya mahsus olmak üzere; 100 tane bu dalda uluslararası etkinlikleri olan, en önemlisi bu dalın dünya çapında eğitim ve gelişmesine önemli katkıları olan nadide hocaları “Lifetime trusty” ataması ile ÖDÜLLENDİRME kararı almış. Lifetime trusty terimi tam olarak Türkçe karşılığı olmayan bir deyim. Hayat boyu yönlendirici, destek veren ve güvenilen kişi anlamına gelen, İngilizce bir terim ve “onurlandırma” ve kişiyi ÖDÜLLENDİRME” için kullanılan bir terim.
Bu karar dahilinde çıkarılan listede TEK TÜRK VE TEK KADIN olması bu zaman dilimde bizim açımızdan büyük önem taşıyor.
Bu titri alan kişi, seçim dışı tutularak, yani otomatikman bu uluslararası kuruluşun yönetim kurulunun, doğal üyesi olarak görev yapıyor.
İşte bu olgulara bağlı olarak ; 23 mayıs 2011 tarihinde Kanada’nın Vancouver kentinde yapılan IPRAS Dünya kongresinde düzenlenen Ödül Töreninde İLK KEZ ödüllendirilen doktor oldu…
Bu nedenle yine 2011 Ekim ayında Pekinde yapılan Yönetim Kurulu toplantısında ki görevi nedeniyle 72 saatliğine Çine gitti.
Budan önce 2002 yılında Kongresi yapılan, benimde bulunduğum ve Başkanı olduğu ISAPS Japonya’da ve İstanbul’ da çeşitli etkinlik ve kongrelerle kutlanmıştı…
ISAPS kongresinde yine dünyada  sadece Estetik Plastik Cerrahların Ulusal kuruluşu nezdinde yine Uluslar arası bir kuruluşunda dünya tarihinde ki TEK TÜRK VE TEK KADIN doktoru olma onurunu Türkiye’ye getirmişti.
İşte o kadını kendi hayatını en önemli olguyu kendi anlatımını şeklinde şimdi yazıyorum…
Baba ve Kız....

Tarih 2 Mayıs 1987....

Bir hastane odası, terminal dönemde pankreas kanserinden terminal dönemde olan bir hasta.
Son bir saattir şişen ve patlayan damar yollarına yeniden kateter takılmasını refüze ediyor ve devamlı olarak aynı cümleyi tekrarlıyor.”Geç kaldı, gecikiyor” Geç kaldığından yakındığı kişi bir kar fırtınası nedeni ile İsveç'teki toplantıdan dönüşü geciken kızıdır....

Yetmişyedi yaşındaki hasta,1910 yılında o zamanlar Osmanlı toprakları olan, Makedonya’nın Petriç kentinde varlıklı bir arı ve bal üretme çiftliği  sahibinin,  eski pehlivan Demir Ali Efendi ile Gülsüm Hanımın ikinci oğulları olarak dünyaya gelir. Henüz bebeklikten çıkıp çocukluk çağının  tadını çıkaracakları bir dönemde Birinci  Dünya Savaşının getirdiği ülkeler arası amansız savaşın yanı sıra, bölgedeki   iç çatışmalar ve Balkanlardaki Osmanlı  karşıtı ayaklanmalar bu sakin kentinde vurur. Beş yaşındaki Kani, bir gün babasının atının terkisinde çiftliği dolaşıp eve  geri döndüğünde ağabeyi Mehmet’e  sarılmış anasını milislerin tüfek namluları altında kendilerini bekler bulur....

Yavaşça attan indirilen beş yaşındaki   Kani ve yedi yaşındaki Mehmet’in analarının eteklerine sarılmış,yürek yakan feryatları arasında ve korkudan faltaşı gibi açılmış çocuk gözleri önünde Demir Ali Efendi at üzerinde vurulur...
Yere düştüğü anda mavzerler bir kez daha kan kusar yerde kıvranan koca cüsseli pehlivan kıvranır,can verir..
O sırada  kolları ve tüm bedeni ile üstlerine kapanarak oğullarını korumaya çalışan Gülsüm hanımda yaralanır...

Milisler atlarına binip, tehditler savurarak gözden kaybolurken çocuklarını korumaya çalışan Gülsüm Hanım ,hem yürekten  hem bedenden yaralı  konağa taşınır....
İzleyen günler ve aylar aileye sadece göz yaşı getirecektir.
Bir yanda omurilik yaralanması sonucu felç olup yatağa mahkum bir ana, bir yanda minik beyinlerinin henüz nedenini dahi kavrayamadığı bir yıldırma, tehdit ve kan ortamı...

Bütün bu acılara ve kayıplara daha fazla dayanamayan Gülsüm Hanım kısa bir süre sonra sevgili Demir Alisi ile kavuşmak üzere iki yavrusunu yetim ve öksüz olarak bırakır ve ebediyete  göçer...

Çiftliğin kahyası yaklaşmakta olan felaketi ve artık Balkanlarda Osmanlının
giderek güç kaybettiğini gözlemleyen bilge bir kişidir.

O tarihlerde henüz 17 yaşında olan kendi oğlunu da kurtarabilmek amacı ile  bir plan yapar ve  kendisi bile çocuk sayılabilecek bu  genç delikanlı iki erkek çocuğunu da yanına alarak İstanbul’da yaşayan akrabalara teslim etmek üzere yollara düşer....
Edirne’ye vardıklarında daha küçük olan Kani’yi Askeri İdadiye’ye  verir,yaşı büyük olduğu için o okula alınmayan Mehmet’le yola devam eder.
Hiç bir zaman öğrenilemeyecek bir nedenle küçük yavru Çorlu’da çalışmak üzere bırakılır ve bir daha kendisinden hiç haber alınamaz,ömür boyu kayıptır....

Talihsizlikler Kani’yi kovalamakta adeta ısrarlıdır bir kaç yıl sonra okulun bahçesindeki incir ağacından düşer kulağı  yaralanır, işitmesini kaybeder ve sonuçta subay olamaz diyerek okuldan çıkmak zorunda kalır.

Akrabalarını, ağabeyini aramak üzere küçük çocuk yollara düşer, lakin hayal kırıklığıdır İstanbul’a varış.
Hayatın ona daha beş yaşında iken biçtiği bu yaşam şeklini değiştirmeye yemin eder....
Ve bundan sonraki yıllarını tek başına, meslek edinme çabaları ile geçirir ve başarırda...
Bir süre sonra kahyanın oğlu ile tekrar buluşur ve birlikte yaşamaya başlarlar....

Bu hikayeyi  43 yaşına kadar hiç kimseye anlatmayacak ve kahyanın oğlunu herkes,eşi ve çocukları bile gerçek ağabeyi olarak bilecektir...


Zaman içerisinde Ankara’ya yerleşir ve mahalle komşusu bir kıza aşık olur..


Bu, güzel sesli,ut çalan,endamlı,alımlı,hanım kız ise Rumeliden gelme bir ailenin kızıdır. Baba müstantik yani savcı Hüseyin Hüsnü bey, sevgili eşi Fehime hanımı yıllarca evvel yitirmiştir.

O evde iki oğlu ve kızı ile yaşamaktadır.
Ailenin bu yakasının  geçmişi ve özel öyküsü ise bugün burada anlatılmayacak...
Hüseyin Hüsnü bey Kurtuluş Savaşında Atatürk’e çeşitli  yerlerde görev alarak hizmet etmiş bir Adalet Bakanlığı çalışanı, Atatürk ve devrimlerine sımsıkı bağlı, ileri görüşlü aydın bir kişi.
Kimi kimsesi olmayan birine kız vermeye hiç niyetli değil. 
Nadire’si  onun kıymetlisi.
Lakin iki gönül bir olunca,hele Rumeliliden başkasına ne kız verir nede alırım diyen savcı, Kani beyin de Rumelli olduğunu öğrenince sonunda pes eder ve 11 Eylül 1931 günü Kani  bey ile Nadire Hanım evlenirler.....
Daha nişanlı iken Kani bey nişanlısına derki: ”Bir tanem, bahçeli bir evimiz, bir kız , bir oğlan çocuğumuz olacak. Oğlan mühendis olsa iyi olur, lakin kız mutlaka doktor olacak”..
Ve bu dilek yerine gelir, önce bir kız sonra bir erkek çocukları ve sonrada bahçeli güzel evleri olur.
Yıllar geçer,hiç doktor görmediği halde  küçük kız hep doktorculuk oynar ....
Bebeklerin başını veya karnını açıp aspirin koyar boşluklara tedavi için..
Yıllar içinde meslek arzuları değişim geçirirse de, liseyi başarı ile bitirip, Tıp Fakültesine baş vurur.
O yıllarda sınav olmadığı için Üniversiteye giriş lise bitiriş diplomasına göre yapılmaktadır.
Fakülte Genel Sekreteri kızımıza hemen hiç şansı olmadığını söyler, çünkü Pek İyi ile mezun olsada Edebiyat Bölümü mezunudur.
Oysa öncelik Daima Fen mezunlarınındır.
Kendisine başka bir fakülteye baş vurmasını önerir Genel Sekreter.
Aldığı  cevapsa  onu şaşırtır, kız öğrenci babasının arzusu doğrultusunda Doktor olması gerektiğini belirtir ,sıra numarası alır ve çıkar....
Genel Sekreter kızını okutan ve doktor olmasını isteyerek destekleyen bu babayı sonra tanıyıp, keşke tüm babalar sizin gibi olsa diyecektir....

İşte geçen çok uzun uzun yılların sonucunda kızımız iyi ve başarılı bir doktor olmuş ve “Bir beyaz önlük giyip dolaşsa hele kapısında Doktor Güler Gürsu yazan bir levha göreyim o gün ölsem gam yemem “ diyen babasını hep mutlu etmiş,her zaman,her karar   aşamasında “acaba babam yanımda olsa onaylarmıydı” diye düşünmüş,ve kendisine bu kadar güvenen seven ve destekleyen babasını her başarısında yürekten teşekkür etmiş yıllar boyu...

Hastalığı esnasında herkese ”Cumhurbaşkanı olsam ancak böyle bakılırdım” diyerek kızına olan güven ve sevgisini hep dile getiren o güzel insanı son dakikalarında istemeden de olsa bekleten bendim. Hastane odasına girdiğimde yüzü aydınlanmıştı fakat artık yolun sonuna geldiğimizi ikimizde biliyorduk.
Başka bir âleme göç etmek için bile beni bekliyordu.
İlginç bir biçimde ölümü ertelemeyi başarmıştı bu mücadeleci ruh.
Birbirimizi öperek, kucaklaşarak vedalaştık.
Yattığı yer nur olsun.
Eğer bu geçen 50 yıl içerisinde hastalarıma, bilime ve eğitime bir nebze katkım olabilmiş ise bunu  daha otuzlu yıllarda kız çocuğunu okutma aşkı ile yanan babama borçluyum.
Kızlar ve babalar hep yakın olurlar denir, hele benim babam gibi yokluklar, zorluklar ve yalnızlıklar içinde büyüyen bir erkişi “Kızım illada okuyacak “derse o baba baştacı edilir.

Bütün bu öykünün  bizlerle bağlantılı noktası ise ;o yıllarda genç  Cumhuriyet döneminin yeni evli çiftlere verdiği ilham ve gösterdiği yoldur,bugün hala kız çocuklarını okutup okutmama tartışması gibi akıl almaz konularla uğraşan bu toplumda ,başı dik, onurlu ,meslek sahibi veya bir biçimde memleketine ve halkına yararlı üretirler peşinde olan tüm okumuş kadınların babalarını saygı ile kucaklıyor, en büyük babaya  en yürekten sevgi ve minnetle sesleniyorum;
“İyi ki vardın, ben senin sayende buralara gelebildim, her şeyimi sana ve Atatürk'e borçluyum”

Evet,

Dr. K. Güler GÜRSU şahsında tüm kadınlarımıza saygılarımla...
Cessur Demirali Gürsu

Cumartesi, Mart 03, 2012

Timsah gözyaşı dökenleri unutmayın

Timsah gözyaşı dökenleri unutmayın

Saygın okurlarım,
Bu yazı yıllar Önce yazdığım bir yazı tekrarında özür dilerim sizlere sayın okurlarım diye başlamıştım.
Şimdi ise sayın kelimesini kullanmıyorum çünkü bu zaman diliminde herkes sayın, ama sizler saygınsınız...


Sayın okurlarım,

Ben bu yazıyı yazarken ULUSAL KANALA baskı uygulandığını duydum her hangi bir bağlantım olmasa da bir yazar olarak üzüldüm ve seyirci olarak bakan diğer haber kanallarını ve grupları gördüm, bunu haber yapmayanları da kınıyorum dostlar bu gün onlara yarın bizlere bunu unutmayın.

Satılık yorumcular demekten fazla bir şey yazamam diye düşünürken,  sunuda düşündüm kimseye hakaret etmek istemiyorum,  bu hükümeti rüşvet, entrika ve sosyal, ekonomik unsurları kullanana, din simsarlarını görmeden halkımız başa geçirdi saygı duyarım,  karşı görüşe ne kadar saygılı bir hükümette yaşadığımızı bir kere daha anladım..

Dostlar biliyorsunuz  "VAKİT NAKİT" diye bir gazete var o gazete geldiğimiz yıl Fazıl SAY' ı hedef gösterdi daha önce Danıştay da olan ölümün bir numaralı muhatabı olduğu hâlde hâlâ faal yayınına devam ediyor. Buna da saygı duyayım mı?.....

Artık kimin öldürüleceğini din simsarlarına haber veren bir medya organımızda var, ne dersiniz?….

Daha neler olacak biliyor musunuz ?..

Yakında tüm yazarlar hakkında ev adresleri ve zaman içinde nerede oldukları ve nasıl öldürülecekleri bile yazılacak bu VAKİT NAKİT..

Biz seyirci kaldığımız müddetçe yakında daha büyük nefretle hedefler gösteren bu "VAKİT" gazetesi ve diğer yandaş din simsarlığı yapan gazeteler kapatılmayacak, karşı görüşte olan tüm yayın organları kapatılacak, sansür diz boyu olacak tek sesli düzene geçiyoruz, oluşum bunu gösteriyor.

Şunu unutmayalım artık tek seslilik o kadar görülmeye başlandı ki, iktidardaki hükümetin özel yandaş gazete ve medya sahip oldu  bu hükümet  4.5 senede  çabuk büyüdüler ama olgunlaşmadılar. Halkı saf ve en acısı aptal gibi gören bir zihniyeti sürdürüyorlar,

Birde bizler bakalım hâlâ onlara bakıyoruz , onların gazete ve T.V  izliyoruz en acısı onlar reklam veren kurum ve kuruluşların ürünlerini de kullanıyoruz dostlar,  Biz kimiz ve ne yapıyoruz…

Artı yeter dedim kendi kendime fakat daha yetmedi yine bu din simsarlarının politikası yüzünden 3 Ocak 2008 tarihinde Diyarbakır'dan gelen acı ve nefret dolu bir haber yayın organlarında yayınlandı patlama olmuştu.

Yorum yapmayacağım fakat şerefsiz birini hatırlamadan geçemeyeceğim, o şerefsiz hatırlarsanız eyer Irak'a müdahale ederseniz Diyarbakır'ı kana bularız diye tehdit savurmuştu ve bu kişi hâlâ yaşıyor ve timsah gözyaşı döküyor dostlar tek o mu?...

Tabiî ki Hayır tüm yandaş ülkeler ve ABD de Timsah gözyaşı döküyor.

İlk kınama ABD den gelmesine rağmen;

·        Onları önce organize suç örgütü olarak aramıza sokan sonra terör örgütü olarak başımıza bela eden kim?

·        Onlara maddi manevi desteği sağlayan din simsarcıları kim?

·        Ülkelerinde yayın yapmaya müsaade eden şeref siz ülke neresi?

Bunların adını ve yerini herkes biliyor dostlar, tek bilmeyen bu hükümet…

Birde şu var ki bunun provası büyük şehirlerde yapıldı ve hâlâda yapılıyor bela göz göre geldi ve geliyor.

Bular reklam yapmak için her türlü fonksiyonel olguyu kullanan bu terör örgütü ile mücadele şöyle olur;

·        Doğuda ve batıda herkesin son derece dikkatli ve organize olmalı,

·        Herkesin komşusunu tanıması,

·        Bölgenin coğrafi özelliğini bilip, kimin gelip gittiğini kişi bazında herkesin birbirini kontrol etmesi,

·        Bana bir şey olmaz demeyip her zaman teyakkuzda olması,

·         En ufak bir şüphede emniyet kuvvetlerine haber vermesi,

·        İşçi ve memur alımında son derece dikkat edilmesi, sicil kaydının istenmesi, ilk işe başlayanların en az bir hafta süreyle amirleri tarafından inceleme yapılması..

·        Park ve toplu taşım araçlarının bulunduğu bölgelerde yoğun bir emniyet ağının kurulması.

·        Market ve alışveriş merkezlerinde teknolojinin son ürünleri kullanılarak personel dâhil herkesin üzerinin aranması,

·        Devlet, belediye, okul ve üniversitelerin bulunduğu bölgelerde son derece işinin ehli koruma görevlilerin güvenlik bölgelerinin oluşturulması.

Gerekir bu önlemler halkımızı sıkabilir ama şu ortamda din simsarları ve terör örgütleri ile top yekûn savaş durumunda olduğumuzda hatırlamamız gerekir, çünkü bu terör örgütü din simsarları ile aynı hatta yol alıyor bunun en güzel anlatımı geldiğimiz yıl Sayın Org. Büyükanıt bir söylevinde , "teröre verilen iç destekle dış desteğin birbirini tetiklediğini, PKK'nın legalleştiğini"  söyledi. Büyükanıt, "TBMM'yi mi kast ediyorsunuz?" sorusuna "Evet" yanıtını verdi.

Buna söyleve rağmen hâlâ 2008 yılında TBMM oluşumlarını sürdürüyorlar, bu söze atıf yaparak şunu da söyleye bilirim, oluşum yapılanırken oluşumu sağlayan din simsarları da 2008 yılında hâlâ TBMM bir kısmı iktidarda çoğunluğu yani çanak açanlar Muhalefette bulunuyorlar, diyebilirim yanlış atıf yapmayı dilerdim ama acı gerçek bu…

Sayın okurlarım,

Şimdi size yukarda ki haberler gelmeden yayınlamayı düşündüğüm yazıyı sunuyorum…..  

Yeni yıla girdiğimiz bu günlerde işimiz daha zor olacaktır, başımızdaki kişi ve gruplar bizlere yoğun biçimde saldırmaları muhtemel olarak görüyorum, bunun yanında terörizm ile uğraşan  T.S.K ve Emniyet güçlerimizin çalışmalarına sekte vuracak, engelleyici haber ve yorumlarda bu yıl faal bir olgu olacaktır...

Operasyonların sağlığı bakımından yürümesi için sizlerden ricam şu olacaktır sayın okuyucularım.

Olur olmaz kanıtı bulunmayan haberlere rağbet emmeniz, kanıtlı T.S.K tarafından yayınlanan haberlere bakmanız, şu ortamda tek güvenilir haber kaynağı T.S.K dır.

Tek sesli olalım demiyorum fakat tek yürek olalım arkadaşlar, uşaklar patron patronlar uşak olduğu bu devirde kendimize aynada bir bakalım ne görüyoruz?...

Tüm olarak Medya gruplarının verdiği yorumları dinleyin, fakat hiç birine inanmayın çünkü tüm medya grupları kuşatılmış ve uşaklar sayesinde yönetilen kurumlar haline gelmiştir….

Yorumları bu kuşatma içinde yayın yapan yorumculardan bir medya oluşum içindedir….

Tarafsız yorum yapan yorumcular ezilmeye çalışılan bir Türkiye Cumhuriyeti 2007 yılında oluşmuştur….

Yukarıda belirdiğim bazı oluşum 2008 yılında daha faal vaziyette gözler önüne  olacak ve biz böyle giderse yine seyirci olacağız….

Psikolojik savaşı hükümetler yapar  fakat bunu yapacak birikim ve   yürek ister şimdiki gibi uşaklar patron olan bir yapılanmada bu Psikolojik savaşı yapılanması olmaz!...

Ters Psikolojik savaş yapan bir hükümete sahibiz  bunu anlamamız gerek şu anda dostlar…

İşte bizim başa getirdiğimiz hükümetin yaptığı yegane şey halkımızı uyutmaktır, çünkü uyutulan halk hiçbir şeyin fakında olmayan bir halk tabakası 2007 yılında yaratılmıştır, geçen her gün bir başka olayın habercisidir..

Gösterilmeden yapıla bu oluşum, baskı yolu ile halka uygulanan ters psikolojik savaş göstergesi budur.

Bu tür psikolojik savaş sayesinde gösterilmeden, arka tarafta istenilen oluşum yapılır, halka ise  göstermelik olarak, her şeyin yolunda gittiği adapte edilir..

Bu psikolojik savaşta insanımız kime güveneceğini bilmeden sağa sola savrulur ve bunu fırsat bilen dış istihbarat ve ülkemizdeki uşakları yaptığı olgulardan bazıları şunlardır:

örn.

·        (T.B.M.M içinde bile bulunan bu sözde bazı Milletvekillerine para veren bir Türkiye Cumhuriyeti)

·        ( Dışarıdan alınan talimatlarla parti yapılanmaları ve ülkemize hakaret eden konuşmalar yapanlar.)

·        (Halkı ikiye bölen kesime kucak açanlar, bu oluşumu görüp yaptırım uygulamayanlar)

·        ( Bilimsel kurumları içine yobaz din simsarları girmesini sağlayanlar, Y.Ö.K başta olmak üzere yapılanma göz yumalar.)

·        ( Halkı aptal yerine koyup zam yapmalar, memuruna % 2 zam yapmaları)

·        ( Ana yasayı oyuncak haline getirenler ve de buları oyunlarına çanak açan bir medya oluşumu)

·        ( Oradan oraya atlayan eskiden şerefsiz şimdi şerefli olan haber sunucuları)  

Evet dostlar,

Yukarıda belirttiğim bazı olgular çerçevesinde bir yıla daha girdik bu yıl önceki yıllardan daha çetin ve yoğun geçecektir, hepimize kolay gelsin, biz var oldukça bu Türkiye cumhuriyeti yıkılmaz.

Sallaya bilirler aramızdan çürük elmalar düşmesini sağlarlar…

Kökümüz sağlam olduğu sürece bizi  hiçbir kişi bizleri yıkamaz çünkü kırmız elmalar her zaman var oluşur,  olmuş öyle bir vaziyet almıştır ki bir elma ağacı sallayanların kafasına düşerse işte o zaman olan olur,  ya akıllanır yada   …

Ben umudumu kaybetmedim şu anda sallanıyoruz ama sallayanlar sallanacaklar..

 
Sizlerden gelen yorum ve yazılarınızı yayınlıyoruz, bu olgu içinde 1 Kasım 2007 – 31 Aralık 2007 tarihleri arasında 4411.154 haber ve yorumlar merkezimize ulaşmış bulunuyor, sizlere tekraren teşekkür ederiz..... 

Sayın okurlarımız,

Sizleri çok iyi anladığımızı belirtelim, bu olgu içinde TSK. nın yaptığı başarı operasyonları kutlarken bize düşen şey uygun bir dil ve yazı biçimi kullanmaktır,  böyle yorumlar bizi ve Türk ulusunu yüceltir, sizi anladığımızı belirtmiştik fakat yaptığınız yorum ve davranışlar uygun bir yazı formatında yazılmaz ise bu inanın bizim haklı davamızı dış güçler tarafından aleyhimize kullanırlar, bu ölçülerde yapılacak her  yorum, davranış fikir ve düşünce bazında tarafımızca 20 uzman arkadaşımız tarafından değerlendiriliyor…

Yukarıda bertiğimiz ölçülerde terbiyemizi bozmadan gönderdiğiniz tüm yazı ve yorumlar tarafsızca merkezimiz tarafında değerlendirilecektir…

Yine bu ölçülerde kurum, kuruluş, kişi bazında yapacağınız tüm yorumlar tarafsızca yayınlanacaktır, duygu ve düşünceleriniz Türk toplumuna yakışır ve ölçülü olması ve gereksiz atıflar yapmamanızı istiyoruz…

Unutmayın ülkemiz her yönden kuşatılmış  ve uşaklar sayesinde parçalanmak isteniyor, bu olgu sayesine bizler uygun fikirleri üretmek ve bunları paylaşmak zorundayız…..

 Saygılarımızla…

ROGG Genel Yayın Yönetmeni…

Cessur Demirali GÜRSU
Not:
Devletin varlığını ve bağımsızlığını koruyun, Atatürk ilkelerine bağlı kalınız...
Timsah gözyaşı dökenleri unutmayın

Yönetmek; özellikle bir sistemi, bir ülkeyi yönetmek; ESTETİK, BİLGİ,
SEVGİ, SAYGI ve YETENEK gerektiren  zor bir sanattır...